31 Ekim 2022 Pazartesi

BAŞIMA BELA

     Neden başıma bela diyorum bu yayının adına? Çünkü başıma birçok insanı bela edecek böyle bir yayını yazıyor oluşum. Blogger'a aylardır, hatta bir yıla yakın süredir hiç dokunmadım. Yazmadım hiçbir şey. Sebebini ben de tam bilmemekle beraber bu süreç içerisinde aslında pek bir şey yazmamış olmaktan memnunum. Çünkü bir şeylerin düzgün ifade edilebilmesi için aylarca sindirilmesi, damıtılması gerekebiliyor yaşam içerisinde. Buraya yazılanlar herkese karşı olduğu gibi kendime karşı da yazılmış ifadelerdir. Ben bazen kendime de karşı geliyorum buraya yazdıklarımla. Karşı duruyorum. Yanlışları bize her vakit başkaları söyleyecek diye bir şey yok.

    Konu da bununla ilgili aslında. Kendimize dönüp bakmayı çok unutur bir haldeyiz. İnsanlar diğer insanlar hakkında ''iyi insandır'' ''kötü insandır'' gibi ifadeler kuruyorlar. Tabi bu ifadeler aslında pek amiyane şekilde konuşuluyor, ben buraya kibarcasını yazdım. Bu kişiler mahkemeler kurup insanları beyinlerinin içlerinde yargılarlarken kendilerini hangi noktaya koyuyorlar? Bakın ben ''insanları yargılamak pek fena bir şeydir, kimse bunu yapmamalıdır'' gibi bir ifadede asla bulunmuyorum. ''Başkalarının ne düşündüğünü önemseme'' gibi telkinler çoğu vakit yanlış anlaşılan telkinlerdir. Bunlar dosdoğru olduğumuz konularda dikkate almamız gereken ifadelerdir. İnsan büyük bir çukurun içindeyken yukarıdan gelen yardım seslerine kulağını kapatırsa mahvolmakla son bulacağı muhakkaktır. Toplumdan vazgeçmek bir çeşit intihardır aslında. İnsanlar ile aramızda olan bu iki yönlü yargı ilişkisini tümden yok etmeye kalkışmak herhalde zararlı bir kalkışmadır ancak sosyal anlamda kişileri ''yargılamak'', bazen ''önyargıda bulunmak'' birer argüman inşa etmektir. Ciddi bir iştir. ''Kaşını gözünü beğenmedim'' diye bir argüman olmaz. Kendimizi sıfır noktasına koyamayız. O zaman bir yer tutmak zorundayız. Değil mi? Bastığımız toprağın neresi olacağına karar verecek olan da çoğu zaman bizleriz. Bunun böyle olmadığını iddia edenler her esen rüzgar ile bilmediği yönlere uçup gidenlerdir. Ben yolda gezerken, insanlara bakarken herkesin fevkalade olduğu iddiası ile karşılaşıyorum çoğu zaman. Dün bu konuyu tasdik eden bir bilimsel araştırmaya rastladım. Herkes çoğunluktan iyi kalpli, herkes çoğunluktan güzel, yakışıklı; yüzleri ile gülüşleri ile herkes bu dünyaya özel bir şeyler için gelmiş. Öyle diyorlar, öyle inanıyorlar. Siz de öyle inanıyorsunuz. Kınamıyorum bunu. Ne yapıyor insanlar bu kadar iyi olmak için? Türkiye'de bilhassa benim gibi genç olan insanlarda her ''güzel'' -aslında hedonik, tüketilmeye layık ve değerden yoksun- nesnenin ve eylemin en âlâsını hak ettiklerine dair çok yaygın ve yerleşik bir kanı var. Genel olarak bir şeylere kani olmaya bu kadar üşenen bir insan topluluğunun -kandırmayalım birbirimizi, böyle işte- yalnızca bunda kani olması ve bunun da Türkiye'de çok insana aynı şeyi kabul ettirmek mefkuresinin imkansızlığından dolayı aslında çok nadir görülen bir durum olması pek düşündürücü değil midir?

    Daha yeni, yani 29 Ekim 2022'de evime dönmek için yolda yürürken pek acayip ucubelere benzemekte maharetli birçok insan gördüm. Bu kişiler büyük bir şevk ve heves ile hep aynı yöne doğru yol alıyorlardı. ''Cadılar Bayramı'' kutlamak üzere. İster istemez soruyorum ben: Bu insanlar içinde yaşadıkları Cumhuriyet'in bağımsızlığı adına ne iş görmüşler, hangi borçları ödemişlerdir? Bu soruyu sormak benim borcumu ödemeye çalışma yöntemlerimden birisidir. Her şeyi hak edeceğiz, bunu hiçbir şey borçlanmamış olarak yapacağız. Öyle mi? Hangi dünyada? Böyle bir şey yok. Sanki kullandığımız her malzeme ile kendimize düşman kesilmiş kişilerin ceplerini doldurmuyormuşuz gibi bir de bu insanlardan değer satın alıyoruz. Satın aldığımızı söylüyorum evet. Bunları kazanmıyoruz, hak etmiyoruz. Satın alıyoruz çünkü karşılığında kendimize ait olan her şeyi veriyoruz. Birçok kimseler zaten toplumsal aidiyetimizi verdiğimiz yetmiyormuş gibi daha fazlasını vermeye, kişisel varlıklarından da vazgeçmeye çok meraklı bu tip işler için. Mesela ben şu soruyu da bir borç olarak sormaya gayret gösteriyorum: 29 Ekim ile ilgili hiçbir şey hatırlamaksızın aynı günün gecesi Halloween için yüzünü boyamak marifetiyle palyaço kılığına giren genç adam, yılın geriye kalan 364 gününde bir palyaço olmadığını iddia edebilecek midir? 

    Sorudur nihayetinde. Cevabı bir yerlerde saklıdır. Kibarlık budalalığına soyunmuyorum. Bir insan dahi borçsuz harçsız ama her şeyi yapabileceği haklarla donatıldığı hayattan büyük zararlar ile çıkıyorsa ve bu zararların en büyüğü, kişinin içinde bulunduğu durumun vahim suretini okuyamaz hale gelmesi ise bütün bir toplumun ve gençliğin bu ''nimetçilik'' adını koymaktan iftihar edeceğim ideolojik/sosyal buhranın içerisinde haşlanıyor olması toplumu ne denli zedeleyecektir? Bu apaçık bir çökmüşlüktür. Çürüyen ve kokan bir yaklaşım, sokakta şeytan kılığında gezen bir sürü insan ve insan kılığında gezen bir sürü şeytan bırakmakta çok kararlı görünüyor. Bu tip hallerin ''yahu gençler zaten eğlenemiyorlar, işte durumlar malum, ne yapsın insanlar'' gibi alt metinlerle yumuşatılmaya çalışılması vaziyeti, gençlerin gönüllerince eğlenebildiği bir senaryoda sadece biçim değiştirerek varlığını sürdürmeye devam edecektir. Hayata sadece eğlenmek, mutlu olmak adına gelindiğini düşündürerek birçok insana, bu amansız çöküş başlatıldı zaten. Oysaki dünyaya zevk duymak için gelinmediğini bunun tam aksini iddia edenlerin, nimetçi kültürü bizlere ithal edenlerin ataları 1800 yıl önce anlamışlardı. 1800 yıl önce yaşamış bir insandan ve bir topluluktan daha kapasitesiz olamayız, değiliz de zaten. Bundan mütevellit ben bu lümpenlikte kötü niyet aramaktayım. Nitekim yazımın başında belki eleştirir gibi yaptığım yargılamak furyasına ben de katılıyorum ancak bunu biraz farklı yaptığımı anlıyorum.

Okumaya gayret gösteren herkese saygı ve selam olsun.

1 yorum:

  1. Önyargı kısmında" Kitabı kapağına göre yargılama" sözü aklıma geldi. Ulan kitabın ilk kapağını görüyorum napayım. Kapak anlaşılır değilse. Kapağı tasarlayan kitabı okumamış demek olmaz mı? Hata bende mi? Yine de bu sözü severim. Bir şanş veririm kitaba.. Gorkî

    YanıtlaSil

TÜRKİYE BİR AN İÇİN BİLE LAİK OLMADI: HAMAS-İSRAİL SAVAŞI, GAZZE VE SEKÜLER TÜRK MİLLİYETÇİLERİ

Türkiye'de inançsız insan yok. Türkiye tek bir saat için bile laik olamadı zira Allah'a tapılmasını istemeyenler kendi tanrılarına t...