18 Aralık 2022 Pazar

HAYDİ OĞLUM, YÜRÜ OĞLUM, GOL BE!

    Pek çokları gibi, ben de ekran başından kalkmış bulunuyorum bir süre önce. Hangi ekranın? Dünya Kupası'nı kimin alacağını öğrenmiş olmak için bulunduğum ekranın başından. ''Dünya Kupası'' ifadesine dikkat edelim. ''Dünya Futbol Kupası'' olarak bilmiyoruz biz bunu. Doğrudan, içinde bulunduğumuz gezegenin adını ve ödülün adını yan yana koyarak bu kalıbı üretiyoruz. Yani bu demek oluyor ki bu kupayı alan kişiler, Dünya'nın en takdir edilesi kişileridir. En teşekkür ve tebrik edilesi insanlarıdır. Öyle mi? Hatta bu kimselerin arasından en çok koşan hafiften güdük bir adamı da seçip Hristiyanların ''aziz'' portreleri gibi güneş önünde resmediyoruz, dualar ediyoruz, kupayı onun elinde görünce gözyaşlarına boğuluyoruz. Bu neden? Adam çok hızlı koştuğu için, topa çok iyi ''tekme attığı'' için. En bilindik iki sebep bunlar. İnsanlar bu sebepleri kendi anlayış ve bakışlarına göre süsleyebiliyorlar ama çerçeve aynı. Şimdi, tabi bu girizgah üzerine ''futbol insanı apolitik yapar, Güney Amerika diktatörler coğrafyasıdır, futbol o yüzden orada çok revaçtadır.'' gibi birtakım zaten herkesin malumu olan ve çoğu insanın da bir yandan komplo teorisi olarak gördüğü lafları edecek değiliz. Söylenecek daha çok şeyler var.

    Bir meselenin, ehemmiyet derecesini düşük gördüğüm zaman, kendi kendime bir monolog içindeyken veya bir başkasıyla bir diyalog kurarken o meseleyi ''en fazla Dünya Kupası kadar önemli'' olarak addediyorum ve lanse ediyorum zira bu benim de birkaç doksan dakikasına şahit olduğum Dünya Kupası meselesi, laubali bir şeydir. İnsanların mücadeleden, hırs ve azimden keyif almaları bir başkasının mücadele ve hırsından keyif almasına dönüştürülüp suni bir rekabet ortamı yaratılmakta, insanlara bu vaziyet saatlerce seyrettirilmektedir. Bahis şirketlerinin para devşirmesini, turnuvanın politik girdi-çıktılarını bir kenara koyarsak herhalde uzun saçlı Arjan bir oğlanın hayali yerine geldi diye ağlamak, sevinç gözyaşları dökmek, kişinin kendisini çok aşağılarda bir yerde görmesidir. Bu ifadeler açıkça demagoji yahut abartı gibi gelmeye başlamıştır diye düşünmekle beraber, işte neden bunları söylediğimin izahıdır:

    İnsanın, bir hayvanın yahut bir makinenin kendisinden daha iyi yapabildiği hiçbir şey için fiziksel ve duygusal gücünün tümünü sarf etmemesi gereklidir. İnsan böyle şerefli olacaktır. Adamın topun arkasından çok hızlı koşuyor olması onu alkışlara boğmaktadır zira olağanüstü karşılanmaktadır ancak manzaranın bu olması manzaranın ne kadar olağan olduğuna, her sene yüzlerce kez vuku bulduğuna delalet teşkil eder. Bir topu fırlattığınız zaman peşinden dövülüp kanlı etle beslenmiş bir tazı da pekâlâ gayet güzel koşacaktır. Hatta bu işi insandan daha iyi yapacaktır ama ne yazık ki insandan daha büyük bir hevesle yapacağını garanti edemez hale geldik. Tazının ağzından akan sular ve dışarıdaki dili kimseyi yanıltmasın. Hal böyledir. İnsanı diğer mahlukattan ayıran biricik özelliği düşünebiliyor olmasıdır. Bundan başka yapabildiği neredeyse her şey, kendisi haricindeki canlılarca çok daha kuvvetli ve süratli şekilde yapılabilmektedir. Önüne bir top atsanız, avanak bir kangurudan âlâ ona vurabilecek bir canlının var olduğunu iddia etmek herhalde hafifliktir. Hiçbir milyon dolar miktarı bir insanı yardımcı edevat olmaksızın bir çitadan daha hızlı hale getirmeyecektir. Dolayısıyla bir insana çok hızlı koşuyor, meşine çok sert vuruyor diye ödüller bahşetmek, onu ''hayvanlardan aşağılar arasındaki veli'' ilan etmektir. Bakır teli tersten bükelim: hayvandan aşağı olduğu için ama hayvana diğerlerinden daha yakın olduğu için ona ödül vermektir. 

    Sayısı iki milyondan fazla olan canlı türünün arasındaki biricik yeteneğini ve bu mahlukata hakim olmayı sağlayan yegane beceriyi, düşünmeyi bir kenara koyup bunu ancak bir araç olarak kullanarak atlar gibi hızlı koşmayı, birisi bunu yapabildikçe bağırmayı ve insanlık olarak buna kilitlenmeyi sağlamayı, insanlığı hafife almak olarak anlamak gereklidir. Zira insanın fıtratı üzerine yapıyor olması gereken şey: düşünmek, düşünerek üretmektir. Üretileni daha iyi düşünmeye kullanmaktır. ''Spor işte'' şeklinde ifade edilen şeylerin yapılabilmesi için anlaşılırdır ki bu şatafata ve kepazeliğe gerek yoktur. Sporun da düşünmek mefkuresi uğruna yapılması gereklidir. İnsanın bunun aksi bir önermede bulunuyor olması düşünülmüşlere, düşünce yeteneğine hakaret ve ihanettir. Dolayısıyla insan varoluşunu, insanlık değerini reddetmektir. Konu ne yazık ki insanın önüne gelen her şeyi seyretmesi, binyıllar süren etken insanın edilgen hale getirilmesidir. Bu meselenin ''keyifli'' olduğunu iddia etmek, ''keyif'' ile savunma yoluna gitmek keyif ile kandırıldığının, hipnotize edildiğinin itirafıdır. Bu denli gevşek bir bireycilik ne yazık ki pasif insandan oluşan pasif toplumu yaratmakta, ''kimse kimseye karışamaz'' anlayışının arkasına sığınmaktadır. Oysa aklın yolu birdir ki: kimsenin kimseye hiç karışmadığı yapının adı toplum değildir. En fazla bir kalabalıktır. 

Okuduğunuz için teşekkür ederim, selamet ve sıhhat dilerim.

TÜRKİYE BİR AN İÇİN BİLE LAİK OLMADI: HAMAS-İSRAİL SAVAŞI, GAZZE VE SEKÜLER TÜRK MİLLİYETÇİLERİ

Türkiye'de inançsız insan yok. Türkiye tek bir saat için bile laik olamadı zira Allah'a tapılmasını istemeyenler kendi tanrılarına t...